top of page

saat 03:02, 17 Ağustos gecesi...

  • ozturkebru18
  • 20 Ağu 2022
  • 2 dakikada okunur

17 Ağustos 1999 depremini konuşalım biraz da. Ne yıkımdı ama. Bu kadar detayını ilk defa anlatacağım sanırım. Yedi yaşındaydım. O zamanlar bizim sokakta sucu Mehmet Abi vardı. Eski usul beyaz renkli, ibriği olan kocaman su bidonları diziliydi dükkanın önünde. Kilitlemezdi de dükkanın içine, hep kapı önünde bırakırdı. Bizim ikizler daha yeni doğmuş, 40 günlük bebeklerdi. O gece... Annem onları uyutmakta çok zorlanmıştı. çok boğucu ve kırmızı bir hava vardı. Uykudayken yüksek bir sese uyandım. devrilen su bidonlarının sesine... O ses zihnimde ilk gün ki gibi tazeliğini koruyor, İlkokuldasın, deprem ne bilmiyorsun ama annene bağırıyorsun ' anne kalk deprem oluyor'...

Teyzem de bizdeydi, ikizleri o aldı, beni de annem. Merdivenlerden çıplak ayaklarla koşmaya başladı annem, kollarımı morartırcasına sıkı tutarken beni. Tüm herkes yığın gibi döküldü sokağa. Meğer biz sokağa düşerken babam da Gölcük de göçük altına düşmüş. Dört katlı bir bina, yerle bir olmuş, babam uzun bir süre enkaz altında kalmış. Sonrası habersiz bir bekleyiş, başkasının evindeki telefonların bizim için çalma umuduyla, uzun ve bitmeyen bir bekleyiş. Sakarya, Yalova, can pazarına dönmüş. Kaybolan çocuklar, isimsiz onlarca naaş, ailelerinden çalınan çocuklar, yardımlardan önce gelen yağmacılar, fırsatçılar, kendi canı için başkasını canını alanlar, ceza almayan müteahhitler, bu ülkenin veremediği en büyük sınavdı.

En kötüsü de, annenle kendinden başka herkesin o cılız bir umutla beklediğin babanı gelmeyeceğine ikna olması ve sizi buna ikna etmeye çalışması. Sonra bir gün, o zaman ufak ufak evlere inip çıkmaya başlamışız çadırları bırakıp. Siren sesleri duyuldu sokakta. Babamı getirdiler. Aşağıya koştuk. Babamın sedyeyi yere bırakın kızıma sarılacağım dediğini biliyorum. O uzamış sakallarıyla duruyordu karşımda. Gelmişti. Onun yaşamaya olan inancı, annemle benim onun geleceğine olan inancımızla geldi babam bize. O taşlarında arasında kaldığında bile babama nefes aldıranın bu inanç olduğunu biliyorum. Ne canlar yitirildi, ne kayıplar verildi, ne derin bekleyişler oldu, çok derin acılar çekildi, 17 Ağustos hala bu toplum da binlerce insanın içinde geçmeyen kocaman bir yara, asla kapanmıyor, kapanamıyor, yıllardır her 17 Ağustos gecesi hala daha çok bunaltıcı bir havaya bürünüyor, o gece uykuya dalmak zorlaşıyor, kulağında o bidon sesleri yankılanıyor, Onlarca insan yas tutuyor, sevdiklerini anıyor hasretle... Büyütemediği çocukları için acı çekiyor. Peki bundan bir ders aldı mı bizi yönetenler, asla. Derler ya , sevdiğine kaybettiğinde içinde kırk gün boyunca kırk tane mum yanar. Her gün bir tanesi söner ama kırkıncı mum hayat boyu yanar diye. 17 Ağustos hala daha içimde milyonlarca yanan mumla duruyor. Ne yapalım elbet bir gün büyürüm bende, öldürmeyen güçlendirir.

Dip not: Hepimizin 17 Ağustosla ilgili böyle benzer yaşanmışlıklarının olduğuna çok eminim. Ama o mumları söndürmeyi başarmak zorundayız. Başka türlü yaşanmıyor, zorlanıyoruz. Geçmişi kabullenmedikçe, an da yaşayamıyoruz ve geleceği planlayamıyoruz. Bunu kendimize yapmamalıyız, Çünkü her zaman dediğim gibi yalnızız bu koca evrende. İnsanlar sadece anlattığımız kadarını hissedilir, bir noktaya kadar acılarımızı anlayabilir ya da paylaşabilir. Bunu yapamıyorlar diye de kimseyi suçlayamayız. O yüzden en güçlü dayanağımız, aynaya baktığımızda gördüğümüz kişi, her şeyi başaracak tek kişi sensin ve bunu yapabilirsin.

Son söz olarak, siren seslerine olan hassasiyetimi aşmam için, yıllar önce elinden geleni yaptığı için, Bay Hiçkimse'ye hayat boyu minnettar kalacağım. Sevgilerle, Ebruli...


ree

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
6 Şubat...

Yıllara 17 Ağustos'tan sonra bir de 6 Şubat eklendi. Yarın tam bir yıl olacak. Yüzüm kızarıyor utançtan, aynaya bakamayacak gibi oluyorum...

 
 
 

Yorumlar


bottom of page